Cahit Arf'tan Anılar
Erdal İnönü
Prof. Dr., Emekli Öğretim Üyesi, ODTÜ Fizik Bölümü
 
 

Benim kuşağım için Türkiye'de bilim adamı deyince akla gelen iki isim vardı; Cahit Arf ile Ratip Berker. Kamu oyundaki birlikteliği yansıtan bir rastlantıyla bu ünlü bilimcilerimizi geçen üç ay içinde arka arkaya kaybettik. Burada her ikisine saygı ve minnetlerimi sunarak, Arf'la ilgili bazı anılarıma değinmek istiyorum.

Önce şuna işaret edeyim. Bir ülkede bilimsel araştırma ortamının kolay oluşmadığını, verimli sonuçlar elde edebilmek için yıllar ve yıllarca çabalamak gerektiğini yaşayarak öğrendik. Başlangıçta iyi fark edilmeyen bir önemli zorluk, gerçekten yetenekli gençlerin zamanında bulunup desteklenememesinden kaynaklanıyor. Kim çok yetenekli, kim çok hevesli ama az yetenekli, bunları ayırt edebilmek için ülkede başarılı araştırmacılardan meydana gelen yetkili bir çevre bulunması şart. Böyle bir çevre yoksa, devlet yanlış insanları destekliyor ve sağlıklı bir bilim ortamı da bir türlü kurulamıyor. Bu ikilemin kırılması doğuştan yetenekli ve iyi niyetli birkaç öncünün bir şekilde destek bularak araştırmalarıyla sivrilmesi ve toplumda hak ettikleri yerlere gelmesine bağlı. İşte Cahit Arf, Cumhuriyet'in ilk yıllarında devletten yardım görmüş temel bilimciler arasında üstün karakter özellikleri ve yeteneği ile böyle bir öncülük yapabilmiş insanların biri, belki birincisidir.

Cahit Bey'in adını ilk önce 1942'de lisenin son sınıfında astronomi öğretmenimiz Mehmet Arslantürk'ten duymuştum. Fen Fakültesi'nde öğrenciyken katıldığı matematik seminerlerinde, oturumu yöneten konuk profesör Von Mises'in değişik konularda ortaya attığı sorulara yalnız Cahit Arf'ın yanıt verebildiğini, hem Von Mises'in, hem de o zaman genç bir doçent olan Arf'ın öteki matematikçilere üstünlüğünü gösteren bir kanıt diye, hayranlıkla anlatmıştı. On yıl sonra, Ankara Fen Fükültesi'nin yeni asistanı olarak bilim ortamımıza girdiğimde Cahit Bey, İstanbul Üniversitesi'nin ordinaryus profesörlüğe yükselmiş bir hocası ve kendi adıyla anılan katkılarıyla dünya çapında ün kazanmış bir matematikçiydi. Öteki büyük hocalardan bir farkı, kendi alanı temel matematik dışındaki konularla da, özellikle üniversiteye yeni katılan gençlerin araştırmalarıyla yakından ilgilenmesiydi. Örneğin, teorik fiziğe çok merakı vardı. Kuantum mekaniğinde olanak verdiğini anlamaya çalışır, hep daha geniş genellemeler yapılamaz mı sorusunu sorardı. 1952-1953 ders yılında kısa bir süre İstanbul Fen Fakültesi'nde konuk araştırıcı olarak bulundum. Cahit Bey, doktoralarını tamamlamış ve araştırma yaşamına yeni başlamış yetenekli genç teorik fizikçilerin verimli çalışabilmeleri için İstanbul Üniversitesi'nde bir Teorik Fizik Enstitüsü kurulmasında öncülük etmişti. Bu konuda senatoyu ikna etmiş ve yeni enstitünün kurucu müdürlüğünü, yönetim görevlerini hiç sevmemesine karşın, üzerine almıştı. Türkiye'de canlı bir araştırma ortamının var olabileceğini ve verimli sonuçlar vereceğini ilk kez gösteren merkezlerden biri o enstitü olmuştu. Cahit Arf'ın başkanlığında, Feza Gürsey, Fikret Kortel ve benim teorik fizikçi, Giacomo Saban ve Asım Özkan'ın matematikçi olarak katıldığımız seminerlerde, her hafta birisi yaptığı bir araştırmayı anlatıyor ve Cahit Bey, sorularıyla konu üzerinde başka incelemeler yapılmasını özendiriyordu. Feza Gürsey'in, kendi bulduğu, konform değişmezliği olan bir nonlineer parçacık denklemini anlatmasından birkaç gün sonra Fikret Kortel bu denklemin bir çözümünü elde etti. Benim gruplar teorisinin bir uygulaması olarak anlattığım araştırmaya Cahit Bey başka bir yaklaşım önerdi ve ben de bu şekilde çalışmamı daha ileri götürme olanağı buldum.

Daha sonra, 1961-1971 arasındaki yıllarda, TÜBİTAK'ın kuruluşunda ve ODTÜ'de temel bilimlerin geliştirilmesinde uzun süren, verimli bir işbirliğimiz oldu. TÜBİTAK'ın, hızlı gelişmeye olanak veren reformcu bir yasayla kurulmuş olduğu genellikle kabul edilir. Bu başarıda birçok bilimcimizin payı vardır. Ama, Cahit Arf'ın katkısı bence hepsinden üstündür. Çünkü, başka bir boyutta, saygınlık ve güvenirlik boyutunda etkisini göstermiştir. Gerek bilim çevrelerimizde, gerek Turhan Feyzioğlu, Süleyman Demirel gibi siyaset adamlarımızda, Cahit Bey'in bilgisine ve içtenliğine duyulan büyük güven olmasaydı, yasa tasarısının hazırlanış ve kabulü sırasında önümüze çıkan çeşitli engelleri aşamazdık. Sonuçta TÜBİTAK ya hiç kurulmazdı, ya da çok yetersiz bir yasa ile ortaya çıkardı.

İlginçtir ki, bir araştırma konseyi tasarısı hazırlamanın gündeme geldiği günlerde yaptığımız ilk görüşmede Cahit Bey, bazı kaygıları yüzünden böyle bir merkezi örgütün hemen kurulmasına taraftar olmamıştı. Kaygılarını da şöyle anlatmıştı: "Bizim gibi henüz sağlam bir bilim geleneği kurulmamış ülkelerde bir merkezi örgüte araştırmaları destekleme yoluyla yönlendirme yetkisi vermek tehlikelidir.

Gerçek bilimcilerin siyasal destekleri zayıf olur, bu kuruluşun yönetim mevkilerine gelemezler. Bilimsel araştırmaların ne olduğunu bilmeyen, ama bildiğini sanan insanlar onların yerine geçer ve yanlış müdahaleleriyle araştırma yaşamını destekleyecek yerde engellerler. Onun için merkezi örgüt kurmakta acele etmemek daha doğru olabilir." Görüşmelerimizle o günkü durumda umut verici işaretler olduğuna yavaş yavaş inanmış ve sonunda, tasarı komisyonunun başına geçerek canla başla işe girişmişti. Kaygılarının gerçekleşmediğini, kısa bir süre dışında TÜBİTAK yönetimine hep araştırmayı bilen insanların gelebilmiş olduğunu görmekten mutluluk duyduğunu kendisine söylemiş olduğunu, Dinçer Ülkü geçen gün cenaze töreninde dile getirdi.

Cahit Bey, Bilim Kurulu'na, ya da araştırma gruplarına üye seçerken adayların eylemli olarak araştırma yapıp yapmadıklarına bakardı. Bir sefer, yasaya göre özel kesimi temsil edecek birisini ararken, olası bir aday olarak önerilen, Ankara'da bir vinç fabrikası kurmuş sanayici Doçent Orhan Işık'ı görmeye gitmiştik. Rahmetli Işık'ı, atölyede, işçi tulumu içinde çalışırken görünce, "tamam" demişti, "İşte aradığımız insan!". Onun deyimiyle, iyi araştırıcılar, gerektiğinde "tenekecilik" yapmasını bilenlerdi.

Kendi araştırmalarına yön veren, yol gösteren hedefin hep olaylarını, süreçlerin ya da ilişkilerin nedenlerini anlamak olduğunu söylerdi ve büyük harflerle "ANLAMAK" diye de vurgulardı. Onun için anlamak, söz konusu eğer matematikse, birtakım uzun ve karışık hesaplarla bulunmuş sonucu temel yapının özelliklerinden doğrudan doğruya sezebilmek, öteki bilimlerde de gözlenen olayı gene bir matematiksel model yardımıyla bir neden-sonuç ilişkisi haline getirebilmek demekti. Bu görüşle sosyal bilimlerde geçerli olacak matematiksel yapılar arayışını hep özendirdi.

Sanırım, yaşamı boyunca, ailesine bağlılığı dışında izlediği iki önemli amacı vardı. Biri, matematikte kalıcı sonuçlar elde ederek adını ölümsüzleştirmek. Öteki de Türkiye'de bilim ve araştırma ortamını geliştirmek. Bu amaçlarının ikisine de sağken varmak mutluluğuna erişti. Matematik yazınına getidiği kavramlarla yaptığı buluşlar her zaman Arf adının anılmasını sağlayacak. Türkiye'de bilimin yeniden doğuşunun öncülerinden biri olarak her kuşaktan öğrencileri kendisine saygı sunmaya devam edecekler.